
Geleneksel Türk İslam Sanatlardan olan ve su üstünde çizgilerin, motiflerin, kompozisyonların yapıldığı, kitapların süsleme olarak kullanıldığı, başlı başına bir tablo oluşturan ebru sanatının tekamül yolcuğu ve İnsanoğlunun tekamül yolcuğu ile beraber ele alınması mümkündür
İnsan, medeniyeti oluştururken sanat, kendini dışa vurduğu veya dışsallaştırdığı en önemli unsurlardan biridir. Sanat, medeniyetle beraber ilerlerken hayatın ve sanatın öznesi olan insan da her ikisini inşa eder. Geleneksel el sanatlarında olan ve su üzerine kompozisyon oluşturulan ebru sanatının yolculuğunun dönemleri ile insanın gelişim dönemleri arasında bir bağ kurulup benzerlikler görmek mümkündür. İnsan ebruyu inşa ederken ebru sanatı da insanı inşa eder. Bu süreçte insanın ruh dünyasını etkileyen inancı, geleneği, göreneği, örfü, adeti ve kültürüdür. Kendi geleneğini oluşturan, yaşatan ve geliştiren yine insandır.
İşte bu genel çerçevede biz bu yazımızda geleneksel Türk İslam sanatlarından olan ebru sanatının çok kısa bir tarihçe anlatımı yaptıktan sonra, insanın bebeklikten, olgunluk dönemine kadar geçen süreci ile ebru sanatının tekne üzerinde oluşan ebru eserin serüveni arasında ilişki kurarak beraber ele alacağız.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, geleneksel Türk İslam sanatlarından biri olan ebru sanatı ne zaman nerde başladığı tam olarak bilinmemekle beraber Türkistan Buhara kendinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılara geçtiği sanılmaktadır. Öte yandan, Batı da: “Türk kâğıdı” ya da “mermer kâğıt” olarak adlandırılan ebru sanatı İstanbul’dan Avrupa’ya seyyahlar yoluyla yayılmıştır.
Ebru’nun neliği ve nasıllığına gelince: Ebru, geven otunun özsuyundan elde edilen kitre veya deniz kadayıfı bitkisi (kerajin) ile kıvamı artırılmış suyun üzerine, öd katılarak suyun dibine çökmeyecek şekilde boyanın serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen şekillerin olduğu gibi ya da biz adı verilen bir metalle şekiller verilerek kâğıda geçirilmesine denir.
Ebru sanatının iki boyutlu çalışmasında yüzey olarak su ve kâğıt kullanır. Kâğıt üzerinde ki şekilleri ve renkleri ayrıcalıklı kılan su yüzeyinden şekil ve boyadır. Renkli kaya ve toprak boyalardan olup suda erimeyen yağ barındırmayan boyalardır. Aynı özelliği taşıyan bitki boyaları da kullanılır. Boyalar el taşı (dest-seng) ile inceltilir. Boyanın içine su koyularak seyreltilirken öd ile açılması sağlanır. Ebru teknesi, kitre, öd, fırça, tarak, tel çubuk gibi ebru malzemeleridir. Ebru teknesinin büyüklüğü, kitrenin kıvamı, öd oranı, boyanın kıvamı iyi bir ebru eseri çıkmasında en önemli unsurlardır. Her şeyde olduğu gibi birbiriyle bağlantılı olup bir diğerini etkilemektedir. Onun için her aşaması özen, dikkat ve tecrübe ister.
Ebrunun tarihçesinden kısaca söz edecek olursak şayet “ebru sanatı ebruzenlerin uzun uğraşları sonucu elde ettikleri bilgi birikimiyle geçmişten günümüze kadar gelmiştir.” Daha özelleşecek olursak: Osmanlı döneminde bu sanatta ismini duyuran sanatçılardan ilk bilinen şebek lakabı ile Mehmet Efendidir. Osmanlı dönemin de yine evinde yangın çıkan ve yangın sonucu eserleriyle birlikte kendisi de yanan hatip Mehmet efendidir. Hatip Mehmet efendinin ebru sanatına battal, şal, tarama, taraklı ebru tekniklerini katmıştır. Ayrıca hatip ebrusu onun lakabıyla tanınmaktadır. Renkler de ise canlılık ve desen zevkini de bu tekniklerle ortaya koymuştur. Şeyh Sadık Efendi Buhara da öğrendiği ebru sanatını oğulları İbrahim Edhem ve Mehmet Salih efendiye de bu sanatı öğretmiştir. (Uğur, 1994; ss: 80-82)
Hezarfen (Pek çok sanatlarda ihtisas sahibi olan) İbrahim Edhem Efendi ebru sanatında da ihtisas sahibi olup birçok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencilerin den Necmeddin Okyay da oğullarını Sami ve Sacid ile yeğeni Mustafa Düzgünman’ı ebru sanatında yetiştirirken bu sanata tabiattaki şekline en yakın çiçekli ebruları (karanfil, lale, hercai menekşe, gelincik, gonca gül, kasımpatı) katmıştır. Yeğeni Mustafa Düzgünman ise papatya çiçeği eklemiştir. Çiçekli ebru sanat tarihimizde Necmeddin ebrusu diye tanılır. Yine Necmeddin Okyay’ın buluşu olan yazılı ebrular vardır. (Uğur, 1994; ss:80-82 )
Ebru çeşitlerini sayacak olursak kumlu ebru, hafif ebru, hatip ebru, çiçekli ebru, yazılı ebru gibi pek çok ebru tekniği vardır. Bu teknikler günümüzde de başarıyla uygulanmaktadır. Günümüzde bu sanatı devam ettiren ustalar arasın da Fuat Başar, Alparslan Babaoğlu, Timüçin Tanaslan, merhum Nusret Hepgül, Feridun Özgören yanında birçok genç sanatçı vardır.
Şimdi yukarıda kısa bir tarihçesini verdiğimiz bu teknik hazırlık zeminiz üzerine ebru sanatının insan ile ilişkisi aşağıda irdelenirken gelişim dönemlerinden ve birbiriyle olan benzerliklerden bahsedeceğiz.
İnsan, bir zaman çizelgesi için de doğar ve ölür. Bu zaman çizelgesin de önemli dönemleri vardır. İnsanı insan yapanda bu dönemlerinde ki olumlu olumsuz yaşantılardır. Fiziksel olarak bu dönemlerden geçerken ruhsal olarak da anlam arayışı içinde olup kemale erme noktasındadır. İnsan kemale erme noktasında her bir dönemin dinamiklerinin önemli olduğunun farkındadır. İlk dönemden son döneme kadar insan, ailenin, sosyal çevresinin için de var olur. Bir birey olan insan, sosyal çevresinin yanın da kendi ayakları üstünde duran, aynı zamanda hayat çizgisinin de baş aktörüdür.
Ebru teknesinin başına geçen sanatçı da hangi tekniği kullanacağına, renklere, şekillere, desenlere karar verirken geçmişte biriktirdiği bilgi birikimiyle karar verir ve o eserin baş aktörüdür. Daha önce çırak iken ve henüz tekneye başına geçtiğinde bütünsel düşünemeyen ve parça parça ilerleyen sanatçı emek verdikçe, ustalarını dinledikçe ve bütün bilgileri ve el becerilerini içselleştirdikçe hayatının, sanatının baş aktörü olmaya başlar.
İnsanoğlunun evrendeki yaşamının bir başlangıcı olduğu gibi birde sonu vardır. Başlangıçtan nihai sonuna kadar gelişim evresinin ilk dönemi olan ceninin anne karnı suyunda beslenir ve sadece anne ile etkileşim halinde olur. Belli bir zaman geçiren cenin artık bir bebek olarak dünyaya gelir. Aynı şekilde, ebru sanatı eserinin de bir başı bir sonu vardır. Bu eserin kompozisyonunu oluştururken ilk önce tekne içindeki su ile başlar. Suya katılan kitrenin kıvamı çok önemlidir. Eğer kitrenin kıvamı iyi ayarlanmazsa kompozisyon bozuk olur. Her dönem kendi için de teknikleri barındırır. Baştan sona eser süreci özen, dikkat ve hassasiyet ister.
Unutmayalım ki, insanın bebeklik zamanında da anne ile olan ilişkisinde kurduğu iletişim diğer zaman dilimlerini kökten etkiler. Anne ve baba ya da bakıcı her kim ise bebeğin ihtiyacının farkında olup fiziksel doyumun yanı sıra ruhsal doyumun da bir o kadar önemli olduğunun farkında olmalıdır. Tıpkı ebru sanatçının su teknesini hazırlarken suyun duruluğu, dinlenmişliği/dinğinliği, teknedeki oranlığı ve en önemlisi derecesi. Ebru sanatçısı çok sıcak havada teknede ebru yapmanın zorluğunu hatta imkansızlığının farkındadır. Anne ne kadar bebeğe hassas ise ebru sanatçısı da teknedeki suya bir o kadar hassastır.
Yine gelişim evrelerinden olan çocuk dönemine baktığımız da ise artık çocuk merak duygusu ile her tarafı karıştırması sorularla etrafını anlamlandırmasıdır. Teknede ki suya katılan kerajin ise suya yoğunluk vererek üstüne atılacak olan boya ile suyun iletişimini kurar üzerine dökülecek boyaların şekillerini merak eder. Merak insanı ileriye taşıyan en önemli duygudur. Merak her yaş da olması gereken insanın mihenk taşıdır. Yaramazlığı bahane edivererek anne babalar farkında olmadan çocuğun merakını köreltiyorlar. Sosyal çevrede kültürel kodlardan dolayı körelmesine katkı da bulunuyor. “Yeni icat çıkarma” örneğinde olduğu gibi.
Ergenlik çağına geldiğimiz de bireyde kimlik sorunu ortaya çıkar. Ergen onaylanmak ister. Adam olduğunu ailesi ve çevresi tarafından kararlarına saygı duyulmasını hissetmek ister. Kimlik kargaşası yaşamak istemez. Bunu da aile birincil olarak onun kimliğin oluşmasında ve bir birey olduğunu, duygularını anlayarak ve onay mekanizmasını çalıştırarak göstermelidir. Anne baba olarak malzeme olan evladınızın özelliklerini, nelere duyarlı olduğunu, hassasiyetlerini, becerilerini, ilgi alanlarını olumsuz yanları bilirsiniz. Malzemeniz olan evladınızı bebeklikten ergenliğe işleye bildiğiniz kadar kendi bilginiz, kültürünüz doğrultusunda bir kuyumcunun hassasiyetiyle estetik acıdan da hayata hazırladınız, bundan sonra ergen sizinle birlikteyim ama artık kararlarımı kendim verip hayat yolcuğunda düşe kalka olsa da yolu ben yürümek istiyorum diyecek çağa gelmiştir.
Diğer taraftan teknenin başında ki ebru sanatçısı da ustasından aldığı bilgi, görgü ve terbiye ile artık onaylanmak ve adeta kendi çocuğu demek olan eserler meydana getirmek ister. Malzemeleri bir bir öğrendiği ustasından uygulama noktasında ayakların üzerinde durmak ister. Teknesini hazırlayıp, kitresini suya koyup önceden hazırladığı gül dalından ve at kuyruğundan oluşan fırçası ile boyaları suyun yüzeyine serper. Ustası onun becerisini ve marifetini görüp onaylar. Bunun üzerine sanatçı özgüveni gelmiş olarak daha bir rahat bir şekilde fırçayı tekneyle buluşturur.
Bilindiği üzere, insanın yetişkinlik dönemi hem kendine hem de çevresine faydalı olduğu dönemdir. Yavaş yavaş koyduğu hedeflerine ulaşmadır. Bu hedeflere ulaşmada pek çok patikalardan geçmiştir. Zorlukların nerdeyse tanımını yapacak derecede yaşamıştır. Her zorluk yaşamada da çok şeylerin öğrendiğini fark etmiştir. Denemiştir olmamıştır. Bir daha denemiştir olmamıştır. Çetin süreçler yaşamıştır. Bu süreçlerin ona deneyim olarak kattığının farkındadır. Bir yandan bu deneyimleri yaşarken bir yandan da bilgi bakımından kendini besleme konusunda geri kalmamaktadır. Araştırır, dener yeni yeni sonuçlara varır. Ve kariyer planlamasında emin adımlarla ilerler. Bu arada artık bir aile olmuş kendisinin geçirdiği evreleri şimdi çocukları geçirecektir. Çocuklarına rol model olmanın ne olduğunun farkındadır. Çocuk kendi habitatında gelişip büyüyecektir. Bunun farkında olarak kendi aile kültürünü kurar. İşte verimlilik dönemini yaşarken aile hayatında da ailenin toplumun temel taşlarından olduğunun bilincindedir.
Diğer cenahta ise, ebru sanatçısı, artık yavaş yavaş malzemeleri tanıyarak teknikleri bir bir uygulamaya geçer. Her tekniği öğrenmede dener yanılır, tekrar dener yanılır bu süreç epey sürer öğle bir zaman gelir ki o tekniği gözü kapalı yapacak derece de içselleştirir. Bu süreçleri hemen hemen her teknikte yaşar. Ve artık ebrunun klasik tekniklerine hâkim olmaya başlarken arkasının doldurmasının gereğinin farkındadır. Araştırır, okur ve hep dener. Tekne de su hep yenilenir sürekli tekne hayatının odak noktasındadır. Rüyalarında yeni yeni şeyler dener. Ve hayatı ebru sanatı ile bütünleşerek her şeyde onu görmeye başlar. Sonuçta artık ebru sanatçımız sanatında hem nazariye hem de amaliye de kemale/olgunluğa ermiştir.
Yine insanın olgunluk dönemine geldiğimizde ise artık feraseti, öngörülüyle öne çıkmaya başlar. Hayatı boyunca olumlu olumsuz çok şeyler yaşamıştır. Belki de daha çok olumsuz şeylerle mücadele etmiştir. Bu olumsuzluklar ona bir kimlik bir karakter kazandırmıştır. Belki de toplum da çok saygın, sözüne itibar edilen, konusunda uzman olup danışılan, çalıştığı veya bulunduğu ortamın lideri durumundadır. Mesleğinin uzmanı/ustası olduğu kadar yaşama sanatının da uzmanıdır ve bu olgunluk dönemi çok şeyler ve yaşanmışlığın göstergesidir adeta.
Olgunluk/kemalat döneminde sanatçı artık ustalık eserlerini vermeye başlar çıraklık dönemi bitmiştir. Kalfalık eserlerine eleştirel bir gözle bakarak daha iyilerini yapma konusunda azmi ve bilgi donanımına sahiptir. Ustalık dönemin de özgün, farklı eserlerini farklı ortamlarda sergilerken konusunun uzmanı da olmaya başlar. Her geçen gün bir önceki günün aratmayacak derece de daha verimlidir. Bu verimlilik kendisine danışılacak ölçütte olmaya başlar. Öğrenciler yetiştirmiştir. Bilgisini yeni nesillere aktarmaya başlamıştır. Emanet aldığı bilgileri emanetini teslim etmektedir. Hatta daha da geliştirerek. Sanatçı demek sanata bir şeyler de katmak değil midir? tıpkı Hatip Mehmet Efendi, Necmeddin Okyay gibi. Tarzını oluşturmak, ebru sanatına yeni teknikler yeni bilgiler katmaktır. Artık kendine özgü bir kimliği vardır. Zamanla süzülüp gelen bilgi birikimleri yeni yeni teknikler doğurmuş orijinal eserler oluşturmuştur.
Yazımızı oluşturan şimdiye kadar yapmaya çalıştığımız ebru sanatının oluşum süreci ile insanın oluşum ve gelişim süreçleri arasındaki benzetme ve mukayesenin verilerinden hareketle sonuç olarak şunları ifade edebiliriz. Geleneksel Türk İslam Sanatlardan olan ve su üstünde çizgilerin, motiflerin, kompozisyonların yapıldığı, kitapların süsleme olarak kullanıldığı, başlı başına bir tablo oluşturan ebru sanatının tekamül yolcuğu ve İnsanoğlunun tekamül yolcuğu ile beraber ele alınması mümkündür ve bizce gereklidir -ki böylece bu yazıya konu edinilmiştir. Nitekim bu yolculuklar da görüyoruz ki çıktı olan eserler dikkate alındığında oluşum ve tekamülleşme süreçleri uzun, zahmetli olduğu kadar mutluluk vericidir. Bu yolculukta ki süreç de insanın ve ebrunun kemale erme hikayesinde önemli dönemleri olduğu, her dönemin kendi içinde dinamiklere özenle, dikkatle ve sabır göstererek diğer dönemlere geçmektir.
Nihayetinde süreçlerin sonun da her iki eser grubu da (ebru ve insan) özgün bir kimlik kazanmaktadır. İkisi de kendine has nitelikler kazanarak özgündür, orijinaldir ve medeniyettir. Özgün olma uzun bir süreçten geçmeyi gerektirir. Öte yandan ebru sanatını icra eden insan, su üstündeki özün yansımasıdır. Böylece ebru sanatında insanın tüm özelliklerini görmek, insanı da tanımak mümkündür. Bir eseri elimize aldığımız da insanın duygu, düşünlerini, ruh durumunu, eğitimi, becerisini, sanata bakışını, kültürünü, yaşadığı ortamını, dönemini ve olaylara bakışını görürüz. O halde Ebru sanatı insanın tüm hallerini anlatırken insan da ebru sanatını anlatmaktır. “Ebru sanatının insanla yolculuğu” serüveni bize göstermektedir ki aslında sanat dalları farklı anlam gökkuşağı renkleriyle oluşturulan insanın bedensel, zihinsel, ruhsal oluşum ve tekamül hikayesine karşılık gelir. Kısaca sanat bir insan öykü anlatısıdır.
Kaynakça:
Derman, M. Uğur (1994), “Ebru” maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, 10. Cild, ss: 80-82, İstanbul.